BasınHaber

Birleşin

Burçak Özoğlu soL Gazetesinde yazdı…

Tüm İşçilerin Birlik Mücadele ve Dayanışma Sendikası, Birlik Sendikası kuruldu. Üstelik dünya alemin sosyal mesafelendiği günlerde, bir araya gelmeye, birleşmeye çağrı yaparak işe koyuldu. İçimiz kıpır kıpır.

Bu yazıyı okuyanlardan, “Oh pek güzel, tebrikler, kurulduysa kuruldu da, bana mı kuruldu?” diyen olabilir. Demesin!

Birlik Sendikası sana, bana, bize kuruldu. Ama onun ötesinde yeni bir sendikanın kuruluşu, hele de insanlık olarak iki kişi yan yana durmaya çekindiğimiz şu günlerde, bir direnç manifestosudur, umut verir.

Birlik bize kuruldu dedim, boş laf değil.

Özel okullarda ya da kamuda sözleşmeli olarak çalışan sevgili öğretmenlerim size;

Yüksek öğretimin herhangi bir kurumunda, kamu ya da vakıf, SGK kaydı ile çalışan meslektaşlarım bize;

AVM’lerde güneş görmeyen çalışanlara, mağaza emekçilerine, ücretli avukatlara, mali müşavir, muhasebe, emlak ofisi, kütüphane arşiv, çağrı merkezi çalışanlarına kuruldu.

Hala kendini listede bulamadın mı? Dur tahmin edeyim, yazılımcısın, mühendissin, sosyal bilimcisin, teknik elemansın bir şirkette, XX kurumunun YY projesinde çalışıyorsun. Olmadı, otomotiv desem değil, imalat desem olmaz, gıdaya uymaz, turizmde tutmaz bir ofiste misin? Kovid geldi şimdi artık hep evde misin? Sana da kuruldu kardeşim.

Liste gösterişli değil mi? Ne de olsa ülkedeki toplam SGK’lı işçi sayısının dörtte birinden fazlası Birlik Sendikasının örgütleneceği işkolunda1 yer alıyor.

Bölüp bölüp taşerona vereceğiz, özelleştirip piyasaya düşüreceğiz, sündürüp esnekleştireceğiz diye hizmetler sektörü istihdamının güvencesiz ve bölünmüş kısmını böyle bir işkolunda toplayanlar düşünsün.

Ama bununla da bitmedi, sadece işkolu özelinde üye kaydedebilmek için değil, diğer tüm sektörlere, emeklilere, işsizlere, işten atılanlara, atılamayıp süründürülenlere, atanamayanlara kuruldu.

Diyorum işte, Birlik Sendikası bize kuruldu. Biz bize kurduk. Etkisiz hale getirip bir köşeye sıkıştırdıklarını sandıkları işçileri örgütleyeceğiz, niyetimiz bozuk.

Sendika neden kurulur?
Peki sendika neden kurulur? Bir toplu iş hukuku düzenlemesi olarak sendikalar, “işçilerin veya işverenlerin çalışma ilişkilerinde, ortak ekonomik ve sosyal hak ve çıkarlarını korumak ve geliştirmek için…” ”…bir araya gelerek bir işkolunda faaliyette bulunmak üzere oluşturdukları tüzel kişiliğe sahip kuruluşlar”dır.

Bu tanımlamanın bizim dilden karşılığını yazayım. Sendika, işçi sınıfının nesnel temelinden kaynaklanan çıkar birliği üzerine kurduğu mücadele örgütüdür. Sermaye düzeninde bu örgüt o nesnel temellerden kaynaklanan sınıflar arası çelişki ve çatışmalardan doğan mücadeledeki araçlardan biridir.

Düzenin tanımıyla bizim tanım arasındaki ortaklığın da altını çizelim, her ikisi de sendikanın sadece ekonomik çıkarlar, yani adlı adınca sadece ücret pazarlığı için oluşturulmadığını kabul eder.

Kimin tarafından bakarsanız bakın, sadece bir araya gelmeyi, dayanışmayı, haberleşmeyi değil mücadeleyi görürsünüz. Onlar, korumak geliştirmek der, biz savunmak deriz, onlar uyuşmazlık der biz çatışma deriz, onlar pazarlık der biz kavga deriz, o ayrı.

Sendikanın tanımını bulduğu hukuksal zemin, sadece sendikaların kuruluş ve işleyişlerini değil, nasıl çalışma yürüteceklerini, sözü geçen hak ve çıkarlarını nasıl koruyup geliştireceklerini de düzenler. Yani, yine bizim dilde, mücadelelerini hangi araçlarla ve sınırda yapabileceklerini de belirler.

Elbette şunu hatırlatmakta fayda var, bu “hukuksal zemin” dediğimiz, 18. yüzyıldan bugüne taşınmış bir kavganın şekillendirdiği haklar ve kazanımlar bütünüdür.

Sendikaların hukuksal çerçeve ile tanımlanmış mücadele yöntemlerine gelince: İlki, üye kaydederek elde ettikleri kurumsallıkları, yani örgütleridir.

İkinci olarak, hak ve çıkarlarını savunmak korumak ve geliştirmek için karşısında oldukları tarafla, veya o tarafın temsilcileriyle yürütecekleri kavgada yetkiyle tanımlanmış temsilcilere sahip olmak, toplu pazarlık yapmak ve bu pazarlığın sonucunda tekil sözleşmelere zemin oluşturacak toplu iş sözleşmesi oluşturmak gelir.

Üçüncü ve en önemli mücadele yöntemi, pazarlıkla sonuçlandırılamayan, anlaşmaya varılamayacak konularda “uyuşmazlık” çıkarma, bu da yetmezse taraf olarak belirleyici gücünü kullanarak işi durdurma, grev ve başka biçimlerde eylem yapma yani kitleleri harekete geçirmektir (mobilization).

Sözünü ettiğim tüm bu mücadele yöntemleri Türkiye Cumhuriyetinde, henüz hala, büyük çoğunluğuyla anayasal hak olarak sıralanmaktadır.2 Bu hakların kanunlarla düzenlenmeleri ve korumaya alınmaları öngörülmüştür ve aslında bu anlamda karşılıkları da vardır. İşçi statüsünde çalışanlar için düzenlenmiş, 2012 yılında sendikal hakları ve toplu pazarlık haklarını bir araya getirmiş 6356 sayılı Sendikalar Kanunu ve kamuda çalışanlar için düzenlenmiş, sendikal hakları ve bir oranda toplu pazarlık haklarını düzenleyen ancak en önemli mücadele aracı olan grev hakkını dışarıda bırakan 2001 tarih ve 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu sözü geçen hukuksal çerçeveye denk düşer.

Mevzuat detaylarına girmeye niyetim yok zaten çok iyi biliyoruz ki, bu ülkede herhangi bir şeyin hukuksal olarak karşılığının olması onun gerçekleşiyor olması anlamına gelmez.

Nitekim, ülkenin AKP’li yıllarında sendikalara ve sendikal mücadeleye ilişkin göstergeler herşeyi anlatıyor.

Sınıfa karşı sınıf kavgası
2020 yılı için Türkiye’de sendikalaşma oranlarına bakalım mı? İşçi sendikaları için 2020 Temmuzunda bu oran, yüzde 13.66, kamu görevlileri için ise, Eylül 2020’de yüzde 65.44.

2003 yılına dönüp bakalım, işçi sendikalarında sendikalaşma oranı yüzde 57.98, neredeyse yüzde 60’larda yani. 2002 Temmuzunda kamu görevlileri sendikalaşması ise daha henüz yüzde 47.

AKP’li yılların rakamlarını grafiğe döksek, işçi sendikalarındaki baş aşağı düşüşü, kamu sendikalarındaki istikrarlı yükselişi açıkça göreceğiz.

Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diye düşündünüz değil mi?

Daha gelişkin sendikal haklara sahip işçi sendikalarında sendikalaşma hızla düşerken, ne tam anlamıyla pazarlık yapabilme ne uyuşmazlık çıkarabilme ne de grev yapma hakkına sahip olmayan kamu sendikalarında yüzde 60 üzeri sendikalaşma var.

Demek ki kanunda durduğu gibi durmuyor bu haklar. İşçi sendikalarının kurulabildiği sektörlerde, küçük ölçek, güvencesiz çalışma, kayıt dışı çalıştırma, taşeronluk sistemi, esnek çalışma saldırıları boşuna mı tasarlandı? Sendikaları işlevsizleştiren, marjinalleştiren uygulamalar bunlar, patronlara sunulmuş sınıfa saldırı araçları.

Bir de tabi, grev hakkı dediğimiz şeyin AKP yıllarında nasıl gasp edildiğinin öyküsünü hatırlayalım. Daha geçen hafta Petrol-İş’in Mersin’de soda ve krom, Adana’da tuz işletmelerinde aldığı grev kararını erteledi, Erdoğan.

AKP hükümetleri döneminde, 17 grev, 200 bin işçinin anayasal hakkı yani, genel sağlık ve/veya milli güvenlik gerekçeleriyle ertelendi.

2018 yılında aynı gerekçelerle ertelenen ve dolayısıyla hiç gerçekleşmeyen metal grevleri, 130 bin işçiyi, 179 işyerini kapsıyordu.

Bunlar büyük rakamlar. Anlayacağınız ortada perhiz falan yok, ülkede açıktan sendikaları işlevsizleştirme stratejisi ve fiili grev yasakları var.

Kamu görevlileri sendikalarına gelince, bu alanda da 90’ların başında örgütlenme ve mücadele haklarını 12 Eylül karanlığından çekip çıkararak 1995’te KESK’i kuran kavgayı hatırlayalım. O yıllarda Kızılay meydanı onbinlerce kamu emekçisinin sloganlarıyla inlemiş, bu kavganın simgesi olmuştu.

Sonra? Karşı sınıfın taşeronları ve işbirlikçileri eliyle kamu emekçileri sendikalarının karşısına, kamu kurumlarında AKP kadrolarının listelendiği “kamu görevlilerinin” sendikaları çıkarıldı. Hükümetler marifetiyle, bu halleriyle yerleri artık meydanlar değil, bakanlıkların deri koltuklarla çevrili “görüşme” masaları oldu.

Anlayacağınız kavga henüz bitmedi, neredeyse iki yüzyıl önceki başlıklarına geri döndüğünü bile söylesek az değil.

Demek ki bugün artık mesele tek tek, sırasıyla, mücadele araçlarımıza sahip çıkmak meselesi. Birleşme ve dayanışma özgürlüğümüze, temel çıkar ve haklarımız için kavga gücümüze sahip çıkmak meselesi.

Biz hazırız. Gerekirse en başa döneriz. Açarız o tarihteki en yalın en açık kavgaya çağrı kitabını son cümlenin altını bir kez daha çizeriz.

Bütün ülkelerin işçileri birleşin!

Facebooktwitterlinkedinmail